Sevmek nefretle, nefret ise sevgiyle başlar, sözü aşk ile nefret arasındaki ince çizginin ve yakınlığın göstergesi.
Daha açıkça söylemek gerekirse, hiçbirimiz nefret edilmesi mümkün olmayan varlıklar değiliz; bizim kendimizde sevdiğimiz bir yanımızdan bir başkası nefret edebilir. Fakat bu hoşnutsuzluğu neden nefret olarak tanımlarız? Çok basit, sevgi yoğunlaştırılmış ve uzun süreli bir ilgidi ve bu yüzden sevdiklerimizdeki hoş olmayan tarafları sevgi bittiğinde nefret olarak tanımlarız.
Bilinçaltımızı, yasakları, ruhumuzun karanlık tarafını yöneten Plüton, işte tam da bu aşk-nefret çizgisinde belirleyici bir konuma sahiptir. Plüton, rüyalarımızın, gizlediğimiz arzularımızın saklandığı yer ve sebebini bilmediğimiz davranışlarda bulunmamıza yol açan asıl nedenlerin kaynağı ve bu özelliğiyle de ruhumuzun tedavi edicisi de denilebilir. Plüton dengede olduğu vakit hepimiz aşk ve nefret arasında; tutkunun ve saf sevginin kaynaştığı yerde durup aşka yaklaşıyoruz. Fakat Plüton ileriye giderse tüm iyimserliğimizi yitirerek sevginin nefrete dönüşmesine neden olmuş oluyoruz. Peki nedir bunun dengesi?
Bu dengeyi, nefretin başlı başına bir duygu olduğunu düşünmekten ziyade aşkın bir başka şekli olduğunu kabul etmektir. Düşünün; partnerinizle çok önemli bir konuda tartışırken, kavga ederken hiç “Senden nefret ediyorum” dediniz mi? Ya da ayrıldığınız eşinizi, sevgilinizi düşünün. Hepimiz mutlaka bir defa bunu yapmışızdır; ama hayır bu bize her sevginin sonunda nefret denilen bambaşka bir duygunun ortaya çıktığını haber veren bir durum değil! Bu bizim o an nefret ettiğimizi söylediğimiz kişinin sevgisiyle bizi kontrolsüz durumda bırakacak güce sahip olduğunu kabul etmiyor oluşumuzun habercisi! Yani birine senden nefret ediyorum derken, aslında: “Seni öyle çok seviyorum ki bu sevgi sana beni incitme gücü veriyor ve bana kendi irademi kontrol edemiyormuşum gibi hissettiriyor ve ben bunu reddediyorum.” Demektir. Sonuç olarak nefret, sevginin reddedilme çabasıdır.